İNTİHAL

Prestijli bir dergide yayınlanmış akademik bir makale ideal olarak ve özünde yazarı tarafından spesifik araştırmalar neticesinde elde edilmiş verilerin, özgün biçimde düzenlendiği bir metinden ibarettir. Bu metnin yazarından asgari beklenti, ortaya koymuş olduğu yazının içeriğini teşkil eden konu hakkında, daha önce muhakkak yapılmış benzer araştırmalara usulünce göndermeler yapmasıdır. Ne yazık ki, yalnızca ülkemizde değil, dünyada da bu beklentiyi karşılamayan çalışmaların sayısı azımsanmayacak kadar çoktur. 

Çağımızda neredeyse hiçbir bilimsel konu yoktur ki daha önce bir araştırmacı o konu hakkında bir şey söylememiş olsun. Dolayısıyla, bilimsel zihniyete sahip her araştırmacı kendisinden önce benzer konularla ilgilenmiş kimselere hakkını teslim etmelidir. Bu gerekliliği yerine getirmenin belli başlı kuralları bulunmaktadır. Bu kuralları yerine getirmeyen kimseler intihal suçunu işlemiş olurlar.

İntihal, başka kimselerin fikirlerini ya da çalışmalarını, kendisinin fikri ya da çalışması gibi aktarma edimini imler. Daha sert bir ifade ile burada sözünü edeceğimiz intihal, fikri mülkiyetin çalınmasıdır. İntihalin çokça varyantları bulunmaktadır ve biçimlerini tam bir liste halinde buraya sıralamak oldukça güç bir iştir. Bunun yerine, yaygın olarak gözlemlenen intihal biçimlerini örneklemek daha uygun olacaktır.

Semboller:  © Özgün Metin Parçası ✅ Doğru Alıntı ❌ İntihal 

Doğrudan Kopyalama

Bu intihal biçimi söz konusu çalma ediminin en yaygınıdır. İntihal yapan kişi, faydalandığı metnin belirli bir kısmını –bu bütün bir paragraf olabileceği gibi, tek bir cümle de olabilir– değiştirmeden, kendi özgün ifadeleriymiş gibi yansıtır. Günümüz tabiriyle bu intihal tarzı kopyala–yapıştır yapmaktan farksızdır.  Aşağıdaki kutucukta Şafak Ural'ın bilim felsefesi üzerine yazmış olduğu makalenin giriş bölümünden bir metin parçası aktarılmaktadır. Bu metin parçasının bizi ilgilendiren kısımları 4. ve 5. cümlesi olacak. Ural’a ait makalenin bir bölümünü okuduktan sonra iki ayrı metin parçacığını göreceksiniz. Bunlardan ilki intihalin doğrudan kopyalama biçimini örneklendirmektedir. Bunun nedeni, Ural'ın ifadelerinin herhangi bir referans verilmeden metinde klonlanmasıdır. Yazar #1, özgün metnin 4. ve 5. cümlesini yazmış olduğu pasajın içine adeta monte etmiş, önüne ve sonuna farklı cümleler yazarak gizlemiş gözükmektedir. Temel olarak, kırmızı renkle vurgulanan, söz konusu iki cümleyi kullanmak problemli değildir. Problemli olan kısım bu cümlelerin Ural'a ait olduğunun, belirtilmemesidir. Özgün metinden yararlanan Yazar #1, eğer bu iki cümleyi blok olarak alıntılasaydı -ki Yazar #2 tam olarak bunu yapmıştır- ortada akademik bir suç söz konusu olmayacaktı. Dikkat ederseniz, Yazar #2 en temelde Yazar #1 gibi Ural'ın cümlelerini hiç değiştirmeden kullanmıştır. Gelgelelim kendisi, her ne kadar doğrudan ve değiştirmeden Ural'ın cümlelerini metnine eklemiş olsa da, blok halinde bir alıntı yaptığı için intihal yapmaktan kaçınmıştır. Başka bir ifadeyle, Yazar #2 akademik kurallara uygun olarak Ural'ın makalesini blok alıntı biçiminde belirtmiş ve intihale mahal vermemiştir. Son bir husus: Doğru alıntı yapan yazar, görüleceği üzere, Ural'ın cümlelerini tırnak içine alıp, ilk paragrafının bir parçası yapmamıştır. Bunun nedeni alıntılanan cümlelerin sözcük sayısının 40 ve üzeri olmasıdır (bu örnekte tam olarak 54 sözcük). Yazar #2 blok alıntıya çift tırnak koymayarak, akademik teamüllere aşina olduğunu ayrıca göstermektedir. 

©

Bilimin felsefi yönden ele alınışı, bilimsel faaliyetin ve felsefi düşüncenin bulunduğu her toplumda karşımıza çıkmaktadır. Bu toplumların başında Hint ve Çin Dünyası, Antikçağ gelmektedir. Gerçi Mayalarda, Mısır ve Mezopotamya’da da bilimsel çalışma yapılmıştır; fakat bu toplumlarda bilindiği kadarıyla felsefi bir düşünceden söz edilememektedir. Bilimsel faaliyetin ve felsefi düşüncenin bulunduğu toplumlarda bilim felsefesi alanına girebilecek çalışmalar ise, bilimsel faaliyetlerin ve bilimin konusunun felsefi açıdan yorumunu kapsamaktadır. Böyle bir yorumu şüphesiz bilimin ayrı bir felsefe dalı çerçevesinde değil de o toplumda ve çağda geçerli olan felsefi düşünüş ve felsefi anlayış çerçevesinde ve bu anlayışın bir parçası olarak düşünmek gerekir. Bu duruma tipik bir örnek olarak Aristoteles gösterilebilir. Aristoteles bilimin kendisini bir araştırma konusu olarak almış, yani bilimin yöntemini, yapısını ve işleyişini kendi felsefi sistemi içinde açıklamaya çalışmıştır. Bilimsel çalışmaların felsefi bir sistem dışında ve özelliklerinin bağımsız bir şekilde incelenmesinin ilk önemli örneklerine Ortaçağ’da rastlanmaktadır.


Kaynak: Ural, Ş. (1994) "Bilim Felsefesi'nin Amacı veya Bilim Felsefesi'nin Felsefesi", Felsefe Arkivi, sayı 29, s.1-12 

Bilim felsefecileri bir bakıma hem felsefe hem de bilim alanında yer alırlar. Özellikle başlangıçta bilim insanları belirli bir felsefi etkinlik içinde de olmuşlardır. Başlangıçta bilimler felsefenin içinde yer almaktadır; filozoflar aynı zamanda çoğu noktada bilim insanlarıydılar, birçok bilimsel alanda bilgi sahibiydiler ve bu bilgileri sentezleyerek felsefe yapmaktaydılar. Çağımızda bilim felsefesinin bir konusu felsefenin bilime herhangi olumlu bir katkısının bulunup bulunmadığı yönündedir. Kimi görüşlere göre bilim felsefesi eğer bilime yön göstermeyecekse beyhude bir zihinsel etkinlikten öteye geçemeyecektir. Bilimsel faaliyetin ve felsefi düşüncenin bulunduğu toplumlarda bilim felsefesi alanına girebilecek çalışmalar ise, bilimsel faaliyetlerin ve bilimin konusunun felsefi açıdan yorumunu kapsamaktadır. Böyle bir yorumu şüphesiz bilimin ayrı bir felsefe dalı çerçevesinde değil de o toplumda ve çağda geçerli olan felsefi düşünüş ve felsefi anlayış çerçevesinde ve bu anlayışın bir parçası olarak düşünmek gerekir. Peki, bilim felsefesi nedir? Bilim felsefecilerinin görüşlerini her daim içinde bulunulan çağa göre mi değerlendirmeliyiz?

Yazar #1

✅ 

Bilimin felsefenin konusu olması ve hatta bu konunun belirli bir zaman içinde felsefenin bir alt disiplini olması söz konusudur. Tarihsel bir açıklama olarak bilimin felsefenin içinden doğup geliştiği genel bir şekilde belirtilir. Daha sonra bilimin bir bilinç formu olarak ayrımlanmasından sonra da bilim felsefe ilişkisi süregelmiştir. Bilim felsefesi özellikle bu ayrımın sonrasında felsefenin bilim üzerine düşünmesinin bir sonucu olarak disipliner bir duruma gelmiştir. Bu görüşü Şafak Ural şöyle özetlemektedir:

Bilimsel faaliyetin ve felsefi düşüncenin bulunduğu toplumlarda bilim felsefesi alanına girebilecek çalışmalar ise, bilimsel faaliyetlerin ve bilimin konusunun felsefi açıdan yorumunu kapsamaktadır. Böyle bir yorumu şüphesiz bilimin ayrı bir felsefe dalı çerçevesinde değil de o toplumda ve çağda geçerli olan felsefi düşünüş ve felsefi anlayış çerçevesinde ve bu anlayışın bir parçası olarak düşünmek gerekir (Ural 1994, 2).

Anlaşılacağı üzere Ural bilim felsefesinin gelişimini toplumsal dinamiklere bağlamaktadır. Böylece bilim, felsefe ve toplum arasında sıkı bir ilişkiden söz edilmesi mümkündür. Bilim felsefesinin ne olduğu ve filozoflarının görüşleri bir nebze toplumsal bir araştırmanın da konusudur. Bilim ve felsefe bu anlamda toplumsal bir  ilişkiye indirgenebilir. Bilindiği üzere toplumsal ilişkileri inceleyen disiplin sosyolojidir. Bu bağlamda sosyoloji disiplininin felsefeye ve özellikle de bilim felsefesine temin edebileceği katkı su götürmez bir gerçektir.

Yazar #2

💡 BUNU BİLİYOR MUYDUNUZ?

Makalenizi, tezinizi ve hatta almış olduğunuz ders için hazırlamaya yükümlü olduğunuz ödevi -ücretli ya da ücretsiz- bir başkasına yaptırmak intihaldir. Teslim ettiğiniz ya da etmiş olduğunuz çalışma akademik referanslamaya uygun olsa bile...

Sözcük Değiştirerek Kopyalama

Bu intihal biçimi, doğrudan kopyalamanın biraz daha kurnazca versiyonudur. İntihali yapan kişi, açıkça yararlandığı belli olan özgün metnin birkaç sözcüğünü değiştirerek, birkaç sözcüğünü çıkararak ya da sözcükler arasına yeni sözcükler ekleyerek özgün bir paragraf ya da cümle yazdığını düşünür; ya da en azından okuyucunun böyle düşünmesini arzular. Literatürde intihalin bu biçimi 'yama yapmak' olarak da adlandırılır. Kanaatimce bu adlandırma söz konusu intihal biçimini ifade etmek için uygundur. Nasıl ki elbiselerin yırtık yerlerini kapamak için terziler farklı kumaşlardan yama yapar, bu intihali yapan yazarlar da farklı sözcüklerle metni yamalarlar. Bu analojinin belki de en zayıf tarafı elbiselerin genelde yanlışlıkla ya da eskimesiyle yırtılmasıdır. Diğer taraftan bu intihali icra eden yazarlar bile isteye metni yırtar, kimi yırtılan yerleri yamalar kimi yerleri de öylece olduğu gibi bırakır. Netice itibariyle sözcük değiştirerek kopyalama yoluyla yazar, genelde derme çatma ya da tabiri caizse yamalı bohça bir çalışma ortaya koyar. Bu intihal biçiminin, 'doğrudan kopyalama' adını verdiğimiz intihal versiyonundan çok daha güvenli olduğunu düşünenlerin bir kere daha düşünmesinde fayda var. Nitekim sözcük değiştirerek kopyaladığınız fark edildiğinde saf bir hırsız değil, nitelikli bir dolandırıcı olarak nitelendirilmemeniz için hiçbir geçerli sebep bulunmamaktadır. Sözü fazla uzatmadan bu intihal biçimini örnekleyelim. Aşağıdaki kutucukta yer alan seçme parçada, Preveze şehrinin on dokuzuncu yüzyıldaki jeopolitik ve iktisadi durumunu kısaca betimleyen, İlber Ortaylı'ya ait, bir giriş cümlesi bulunmaktadır. Ortaylı'ya ait bu cümleleri okuduktan sonra yine iki ayrı metin parçacığı göreceksiniz. İlki Yazar #1'e ait pasajdır. Bu yazar, Ortaylı’ya ait ifadelerin bir bölümünü alıp, kimi sözcükleri değiştirmiş, kimilerini ise silmiştir. Mor renkle vurgulanan kısımlarda Yunanistan Krallığı ve Osmanlı İmparatorluğu sırasıyla 'Yunanistan' ve 'Osmanlı' olarak ifade edilmiş, yani Ortaylı'nın belirtmeye değer bulduğu yönetim biçimleri bilinçli olarak silinmiştir. Kırmızı renkle vurgulanan kısımlarda ise sözcüklerin ya bütünüyle değiştiğini ya da deyim yerindeyse evrilip devrildiğini görmekteyiz. Bunlar apaçık birer intihal örneğidir.  Diğer taraftan Yazar #2, Ortaylı'dan faydalandığı cümleyi tırnak içine alarak ve yıl-sayfa numaralarını doğru referanslayarak intihal suçu işlememiştir. Ayrıca istifade ettiği ifade pasajın içinde çift tırnak ile alıntılanmış, blok alıntı formunda verilmemiştir. Bu doğru bir kullanımdır çünkü alıntılanan ifade 40 sözcükten azdır (bu örnekte tam olarak 8 sözcük).

©

Osmanlı İmparatorluğu'nun son asrında Yanya bölgesi hem imparatorluğun çevre vilayeti, hem de Doğu Akdeniz'de önemli bir geçiş noktası karakteri göstermektedir. Yanya ve limanı Preveze ve Narda (Arta) Doğu Akdeniz ve özellikle Yunanistan Krallığı, İtalya ve Osmanlı imparatorluğu arasında iktisadi, siyasi bir bağlantı noktasıydı. Uzun tarihi boyunca Preveze Venedik ve Osmanlı hâkimiyetini geçirmiş; nihayet 1912 sonunda Balkan Savaşı’ndaki çözülme ile Yunanistan'a geçmiştir.


Kaynak: Ortaylı, İ. (1998) "Yanya Vilayetinin Limanı Olarak 19. Asrın İkinci Yarısında Preveze", Belleten, Cilt 62, Sayı 233, 137-146

Osmanlı İmparatorluğu’nun son yüzyılında Yanya bölgesi hem imparatorluğun çevre ili, hem de Akdeniz'in doğusunda, mühim bir geçiş noktası olmuştur. Yanya ve limanı Preveze ve Narda (Arta) Doğu Akdeniz ve özellikle Yunanistan, İtalya ve Osmanlı arasında ekonomik, politik bir bağlantı noktasıydı. Yıllar boyunca Preveze Venedik ve Osmanlı hâkimiyetini geçirmiş; neticede 1912 sonunda Balkan Savaşı’ndaki ayrışma ile Yunanistan'ın hâkimiyeti altına girmiştir. Ayrıca Esat Paşa, Berlin Askeri Akademisi'nde beraber eğitim aldığı Veliaht Prens Konstantin'e bu savaş sonunda kılıcını teslim etmiştir.

Yazar #1

✅ 

Makedonya'daki sefer sona erdikten sonra, birçok Yunan askeri, Veliaht Prens Konstantin'in komutasını üstlendiği Epirus kuvvetlerine takviye olarak gönderilmiştir. Bunu takip eden savaşta Osmanlı mevzileri kırılmıştır ve Yanya “1912 sonunda Balkan Savaşı’ndaki çözülme ile Yunanistan'a geçmiştir” (Ortaylı 1998, 211). Yunanların harekat planlaması, Osmanlı kuvvetlerinin tepki vermesine izin vermemiştir. Öyle ki bu muharebede Osmanlılar, Yunan topçu ateşine cephane yetersizliğinden ve asker sayısının eksikliği sebebiyle neredeyse hiç karşılık verememişlerdir. Askeri mühimmatın önemli ölçüde yetersiz oluşu da ayrı bir faktördür.

Yazar #2

💡 BUNU BİLİYOR MUYDUNUZ?

Belirli bir dönemde sorumlu olduğunuz bir ders için yazdığınız makale ödevini, yalnızca o ders için kullanabilirsiniz. İleride alacağınız farklı bir derste, aynı metni yeniden kullanmak intihaldir. 

Açımlayarak Kopyalama

İntihalin sözcük değiştirerek kopyalama biçimi bazen herhangi bir konuyu açımlama (paraphrasing) edimi ile karışmaktadır. Kimi zaman, yararlandığımız yazarın belirtmiş olduğu görüşleri çalışmamıza kelimesi kelimesine dahil etmek istemeyiz. Bu isteksizliğimizin bir nedeni çalışmanın bütünlüğü ve akışı ile ilgili olabilir. Takip edilebilir ve akıcı yazılar yazmaya dikkat eden araştırmacılar, genellikle uzun blok alıntılar kullanmak yerine karşı çıkacağı ya da destekleyeceği görüşleri bir iki cümle ile özetlerler. Bir başka neden ise ortaya koyulacak fikirlere verilen önemden ileri gelir. Bazı yazarlar makalesinde öne süreceği görüşleri temellendirmeye daha çok önem verirler. Bu gibi durumlarda tartışmaya ilişkin tarihsel arkaplan bir iki paragrafta serimlenir. Akla gelen diğer bir neden ise kısıtlamalardır. Taslak metni yollayacağımız derginin editörleri azami sözcük sayısında cimrice davranmış olabilir ya da dersini aldığınız akademisyen verdiği ödevde sayfa kısıtlamasına gitmiş olabilir. Bu noktada yapılması gereken şey, -örneğin 5 paragraflık bir kısmı- yeni cümleler ile ifade etmeye çalışmak olacaktır. Devamında ise yine yararlandığımız yazarı referanslamak zorunludur. Genelde bu durumlarda okuyucuyu özgün kaynağa yönlendirmek ya da bakmasını salık vermek için ‘bakınız’ anlamına gelen (bkz.) kısaltması kullanılabilir. Şüphesiz bu kısaltmada salt yazarı ve makale yılını değil, mümkün mertebe makale sayfalarını da belirtmek, sizi okuyan araştırmacıları ve ilgili okuyucuları önemli bir iş yükünden kurtaracaktır.

Aşağıda Osmanlı Bilimi Araştırmaları dergisinin 2010 yılının ilk sayısında Celal Şengör tarafından kaleme alınmış ‘Osmanlı’nın ilk jeoloji kitabı ve Osmanlı’da jeolojinin durumu hakkında öğrettikleri’ adlı makalenin sonuç bölümünden uzun bir metin parçası görülmektedir. Bir yazar eğer bu sonuç bölümünü makalesinde -bütünüyle değil fakat kısmen- irdelemek istiyorsa yapması gereken kendi makalesinde bu metni açımlamaktır. Şimdi Şengör’ün makalesindeki sonuç bölümünü okuyalım. Ardından bu bölümde açığa çıkan ve yazar tarafından ortaya koyulan bazı ileri araştırma sorularının son derece benzerlerini soran Yazar #1'in ifadelerine ve Şengör'ün bazı sorularına yanıt vermeyi amaçlayan Yazar #2'nin takdim cümlelerine göz atalım. Şengör’ün 2010 makalesinin 2 paragraflık sonuç bölümünde kimi yerlerde öne sürülen görüşler Yazar #2 tarafından iki cümle ile özetlenmiş ve alıntılanmıştır. Bu açımlamanın intihal ile ilgisi bulunmamaktadır. Öte yandan Yazar #1, her ne kadar farklı ifade etmeye çalışsa da, Şengör ile oldukça benzer -hatta neredeyse aynı- anlama gelen sorularıyla intihal suçunu işlemekten kendisini kurtaramamıştır.

©

Ali Fethi Efendi’nin İlm-i Tabakatü’l-Arz çevirisinin incelenmesi, bazı tespitlerin yapılmasına imkân sağlamış ise de, cevaplanamamış sorular hâlâ ortadadır. Ali Fethi Efendi, yeni görevlerine teşekkür için de olsa, acaba niçin kendi telif konularının tamamen dışındaki bir eseri, bir fen kitabını ve özellikle bir jeoloji kitabını tercüme etmiştir? Bir aziz dostun önerisini, kendi alanının dışına çıkmak için yeterli mi bulmuştur? Sunuşunda açıkça belirtmese de, Avrupa’dan fen bilimlerini aktarma hareketine katkıda bulunmak mı istemiştir? Avrupa dillerini bilmedi ği için Arapça’ya aktarılmış bir fen kitabını Türkçe’ye tercüme etmesi anlaşılır ise de, Arapça’ya tercüme edilmiş başka bir fen kitabını değil de bir jeoloji kitabını seçmiştir? Acaba, Yer’in oluşumunu konu alan bir eseri, ilgi alanı olan dini konulara yakın mı bulmuştur? Bu soruları henüz cevaplayamadık. Yine de, on dokuzuncu yüzyılın ortalarına doğru Avrupa örnek alınarak kurulan modern eğitim kurumlarından yetişmemiş, İslam bilim geleneğini sürdüren medrese kökenli (çevirinin önsözünde eski âlimlerin ulum-i hikemiye’yi 21 fen’e ayırdıklarını belirtmesi, onun mensup olduğu bilim geleneğini açıkça göstermektedir) bir kadı/müderrisin bir Avrupa fen kitabını Arapça üzerinden de olsa Türkçe’ye aktarması, dönemin dinamiklerini göstermesi bakımından ilgi çekicidir. Diğer taraftan bu tercüme, Paris–İstanbul hattı dışında Kahire üzerinden ve Arapça’dan çeviriler ile Türkiye’ye modern bilimlerin girmiş olduğuna işaret etmektedir.


İlm-i Tabakatü’l-Arz’ın Osmanlı toplumuna herhangi bir etkisi olmuş mudur? Bu soruya tatminkâr cevap vermek oldukça zordur. Bilindiği gibi, Türkiye’de jeoloji dersleri bu çeviriden önce başlamıştır. 1839 yılında Avusturya örneğine göre yeniden düzenlenen Mekteb-i Tıbbiye-yi Şahane’de jeoloji derslerinin okutulduğu bilinmektedir. Bu derslerde muhtemelen Fransızca jeoloji kitaplarının kullanılmaktaydı. Bu çeviri ilk Türkçe jeoloji kitabı olduğu için önemli olmakla birlikte, çevirinin eğitimde kullanıldığına dair bir işaret bulunmamaktadır. Bildiğimiz kadarıyla tek baskısı yapılmıştır. Bu bakımdan ileri sürüldüğü gibi (İhsanoğlu, 2006) uzun yıllar jeoloji eğitiminde kullanılmış olması mümkün gözükmemektedir. Türkçe jeoloji kitaplarının nisbeten sık aralıklarla basılması ve eğitimde kullanılması, Tıp eğitimin 1872’de Türkçeleşmesinden ve jeolojinin rüşdiyelerin ders programına girmesinden sonra olacaktır. İlm-i Tabakatü’l-Arz, toprağın ıslahı konusunda bilgi içerdiği için ziraatçiler için de faydalı bir kitaptır. Ancak, Osmanlı’da toprağı işleyenlerin bu kitaba başvurduklarına dair elimizde bilgi bulunmamaktadır.


Kaynak: Şengör, C. (2010) "Osmanlı’nın ilk jeoloji kitabı ve Osmanlı’da jeolojinin durumu hakkında öğrettikleri", Osmanlı Bilimi Araştırmaları, Cilt 11(1), ss. 119 - 158 

19. asır Osmanlı âlimi Mehmed Alî Fethî, 1804 yılında, bugün Bulgaristan sınırları içindeki Rusçuk’ta doğdu. Alî Fethî, memleketinde bir müddet mektep hocalığı yaptı. Şiir ve nesirdeki maharetiyle çeşitli ilim dallarına ait vukufu, çağdaşları tarafından övülerek anlatılan Alî Fethî’nin hadis ve vecize tercümeleri bulunmaktadır. Ancak tuhaftır ki, kendisi İlm-i Tabakatü’l-Arz adlı bir jeoloji kitabı da çevirmiştir. Bir âlimin alanı dışında bir eser çevirmesi ilgi çekici olduğu kadar tuhaftır da. Belki açıkça ifade buyurmasa da fenni ilimlere fayda sağlamak gayretindedir. Amma velâkin bu fenni ilmin içinde jeoloji eserinin seçilmesi meselesi hala cevap beklemektedir. Şu bir hakikattir ki; İlm-i Tabakatü’l-Arz içinde gayet faydalı zirai malumatlar barındırmaktadır. Misal toprağın verimliliğini artırmanın çeşitli yollarını özetler. Heyhat Osmanlı döneminde bu malumatlardan faydalanan ziraatçı ya da rençber bulunup bulunmadığına vakıf değiliz.

Yazar #1

✅ 

Osmanlının ilk jeoloji kitabı olarak kabul edilen İlm-i Tabakatü’l-Arz adlı eserin bir müderris olan Ali Fethi Efendi tarafından neden çevrildiği hala belirsizliğini koruyan bir meseledir. Kaldı ki alanı dışında yapmış olduğu bu çevirinin toplumsal düzeyde ne türden bir etki yarattığı da meçhuldür (bkz. Şengör 2009, ss.155-156). Bu makale, en temelde, İlm-i Tabakatü’l-Arz adlı eserin neden çevrildiğini ve toplumsal düzeyde yarattığı etkiyi dönemin Ticaret ve Ziraat Nazırı Ohannes Çamiç Efendi’nin anekdotlarına dayanarak incelemektir.

Yazar #2

💡 BUNU BİLİYOR MUYDUNUZ?

Referans verdiğiniz kaynak eserin uydurma/sahte olması* ve gerçekte olmayan bu kaynaktan elde ettiğiniz sözde verileri ya da sonuçları çalışmanızda kendi yararınıza kullanmanız intihaldir. 

Kasıtsız/İstemsiz Kopyalama

Kasıtsız ya da istemsiz kopyalama olarak adlandırabileceğimiz bu intihal biçimi esasında akademik (b)ilgisizlikten ileri gelmektedir. Kuşkusuz buradaki kritik nokta, ortada herhangi bir kastın olup olmadığını, yani bilerek ve isteyerek intihal yapılıp yapılmadığını tespit etmektir. Ancak niyetleri okumak takdir edersiniz ki pek de olası değildir. Bununla beraber, eğer yazar makalesindeki her alıntıyı, tatmin edici bir şekilde düzgün ve yerinde kullanmış fakat bir ya da iki yerde hatalı referanslama yapmış ise ortada büyük bir problem bulunmamaktadır. Ancak yazarın makalesi baştan aşağı hatalı alıntılar içeriyorsa ortada bir intihal söz konusudur. Bu nedenle makale yazmaya aday kimselerin en başta akademik referanslama kurallarının neler olduğunu iyice öğrenmesi gerekmektedir. Günümüz akademik dünyasında başat referanslama stilleri APA, Chicago ve MLA olarak kabul edilmektedir. Bu stillere uygun alıntılar yapabilmek için internette kısa bir araştırma yapmak yeterli olacaktır. Şüphesiz ki alıntılama stillerine ait elkitaplarını detaylıca okumak en hafif tabirle eziyete dönüşebilir. Bu nedenle tavsiyem, ilk etapta, adı geçen üç farklı alıntılama stili ile yazılmış çeşitli makaleleri okumanızdır. Farklı stiller kullanan makaleleri okudukça, yalnızca akademik üsluba olan tanışıklığınız değil referanslamaya ilişkin bilginiz de artacaktır.

Kasıtsız/istemsiz kopyalamaya örnek teşkil etmesi bakımından Mutlu Erbay'a ve Halet Çambel’e ait iki özgün metin parçası kullanılmıştır. İkisini de dikkatle okuyalım. Daha sonra Yazar #1'in bu iki makaleden faydalandığı yerleri tespit edelim. Görüleceği üzere, cümle konektörü olarak kullanılan ‘bununla birlikte’ ifadesi dışında ikinci paragrafın ilk iki cümlesi Çambel’e ait iken, kalan diğer iki cümle Yazar #1’e aittir. Kimilerine göre Yazar #1’e ait metin parçası problemsiz görünüyor olabilir. Neticede paragrafın sonunda bir dipnot ile özgün kaynağa referans verilmiştir. Gelgelelim bu pasajda bir sorun olduğu dikkatli gözlerden kaçmayacaktır çünkü hangi cümlenin Yazar #1’e, hangi cümlenin ise Çambel’e ait olduğunun okuyucu tarafından saptaması -salt bu makaleye bağlı kalarak- olası değildir. Paragrafın bu ikili doğası, söz konusu sebepten ötürü, okuyucuda en azından iki farklı intiba yaratır. İlki, yazarın Çambel’e söylemediği şeyi söyletmesi; ikincisi ise Çambel’in söylediklerini kendisine mal etmesi. Hangi durum geçerli olursa olsun, ortada bir intihal söz konusudur. Benzer intiba bir üstteki paragrafta Erbay’a verilmiş referanstan da edinilmektedir. Özetle, Yazar #1'in niyeti akademik bir hileye başvurmak olmayabilir, bunu onun dışında kimse bilemez. Diğer taraftan, ortaya koyduğu metnin bir tür intihal içerdiğini, alıntılama kurallarına hâkim olan herkes bilebilir. Diğer taraftan Yazar #2 hangi cümlenin kendisine, hangilerinin ise Erbay ve Çambel’e ait olduğunu ayırt etmemize yardımcı olmak adına tırnak işareti kullanmıştır. Böylelikle akademik kurallara bağlı kalıp, ihmalkarlık yapmayarak Yazar #1'in düştüğü hataya düşmemiştir.

©

Sanat eğitimi adına yapılan ve yapılacak olan çabaların içinde belkide en önemlisi, müzelerde, sanat eğitiminin kalitesinin yükseltilmesidir. Bu eğitimi veren sanat eğitmenlerinin eğitim becerilerinin yüksek olması gerekir. Eğitimsizlikten kaynaklanan sanata uzak kalmak, onu anlayamamak, onunla uğraşmayı engellemektedir. Görsel sanatlara cevap verme kapasitesi, sanat eserlerini de içeren çeşitli objelere bakmakla keskinleşen algılama, innovasyon kabiliyetine dayanır. Müzeler sanat eğitimi çalışmalarını sistemli bir tarzda devamlılığını sağlamalıdır. Müzede bir saatte üretilen çalışma ile saatlere yayılan çalışmalar arasında farklar olacaktır. 


Erbay, M. (2017) Müzeler Ve Sanat Eğitimi Sorunları, Millî Eğitim, sayı 214, ss. 445-451 

©

Müzelerin bütün bu işlere yetişmeleri mümkün olmadığı gibi, ayrıca bir de yetki ve olanak açısından elleri kolları bağlıdır, bürokratik prosedür içinde boğulmaktadırlar. İvedi işlerin bu prosedür nedeniyle zamanında yetişmediği ve bir çok defalar, iş işten geçtiği gözlenmektedir. Nitekim, müzelerden gelen bir yazının çok kez sadece Valiliğe bile ancak 8-10 gün sonra ulaşabildiği görülmekte; müzecilerin il dışına her çıkışta Kültür Müdürlükleri kanaliyle -süresi önceden belirtildiği için ister istemez kısıtlanan bir süre için- Valilik oluru almak zorunda olmaları, vasıtasızlık, yakıtsızlık, zamansızlık gibi nedenlerle işlerini gerektiği gibi ve zamanında yapmaları mümkün olamamaktadır.


Çambel, H. (1990) Ülkemizin Geçmişi Yer Yüzünden Silinme Aşamasında. Çözüm Ne Olabilir?, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, Cilt 34, Sayı 1-2, s. 381-385.

Sanat eğitiminin bir milletin en gerekli tedrisat öğelerinden biri olduğu aşikârdır. Ancak bu eğitimin salt üniversitelerde verilmesi yetersiz bir girişim olacaktır çünkü sanat yalnızca sınırlı bir kesimin erişimine sunulamaz. Sanat eğitimi adına yapılan ve yapılacak olan çabaların içinde belki de en önemlisi, müzelerde, sanat eğitiminin kalitesinin yükseltilmesidir. Bu eğitimi veren sanat eğitmenlerinin eğitim becerilerinin yüksek olması gerekir.[1] 

Bununla birlikte müzelerin bütün bu işlere yetişmeleri mümkün olmadığı gibi, ayrıca bir de yetki ve olanak açısından elleri kolları bağlıdır, bürokratik prosedür içinde boğulmaktadırlar. İvedi işlerin bu prosedür nedeniyle zamanında yetişmediği ve bir çok defalar, iş işten geçtiği gözlenmektedir. Müzelerimiz bilirkişiler tarafından bir planlama faaliyetine tabi tutulmalıdır. Öyle ki sanat eğitiminin yapılacağı bu mekanlar ne zaman ziyaretçilerine ne zaman eğitime vakit ayıracağını tespit etmelidir.[2]

_____________________________________________

[1] Erbay, M. (2017) Müzeler Ve Sanat Eğitimi Sorunları, Millî Eğitim, sayı 214, s. 445.

[2] Çambel, H. (1990) Ülkemizin Geçmişi Yer Yüzünden Silinme Aşamasında. Çözüm Ne Olabilir?, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, Cilt 34, Sayı 1-2, s. 383.

Sanat eğitiminin bir milletin en gerekli tedrisat öğelerinden biri olduğu aşikârdır. Ancak bu eğitimin salt üniversitelerde verilmesi yetersiz bir girişim olacaktır çünkü sanat yalnızca sınırlı bir kesimin erişimine sunulamaz. "Sanat eğitimi adına yapılan ve yapılacak olan çabaların içinde belki de en önemlisi, müzelerde, sanat eğitiminin kalitesinin yükseltilmesidir. Bu eğitimi veren sanat eğitmenlerinin eğitim becerilerinin yüksek olması gerekir."[1] 

Bununla birlikte "müzelerin bütün bu işlere yetişmeleri mümkün olmadığı gibi, ayrıca bir de yetki ve olanak açısından elleri kolları bağlıdır, bürokratik prosedür içinde boğulmaktadırlar."[2] Geçmişte çok daha zor yapılan işler günümüzde artık kolaylaşmalıdır. Müzecilikte bir tür otomasyona gidilmesi artık bir tercih olmaktan çıkmış, adeta bir zorunluluk haline gelmiştir. Unutulmamalıdır ki kültürel değerlerin korunmasında ve geleceğe taşınmasında önemli rol oynayan müzecilik olgusu tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de yeni teknolojileri takip ile başarıya ulaşacaktır.

_____________________________________________

[1] Erbay, M. (2017) Müzeler Ve Sanat Eğitimi Sorunları, Millî Eğitim, sayı 214, s. 445.

[2] Çambel, H. (1990) Ülkemizin Geçmişi Yer Yüzünden Silinme Aşamasında. Çözüm Ne Olabilir?, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi, Cilt 34, Sayı 1-2, s. 383.

💡 BUNU BİLİYOR MUYDUNUZ?

İntihal sözcüğünün İngilizce karşılığı olan 'plagiarism' sözcüğü, etimolojik köken olarak Latince'de, 'zorla insan kaçıran' anlamına gelen 'plagiarius' sözcüğünden türetilmiştir.

Sonuç ve Sık Sorulan Sorular

Palet, fırça, boyalar, beyaz bir tuval, şövale ve bir parça da yetenek yağlıboya bir eser yapmak için ressamın gereksinim duyduğu şeylerdir. Eser nihayete erdiğinde ise bütünüyle sahibinindir. Ressam ne sergilerinde, ne arkadaşları arasında eserinden söz ederken kullandığı malzemeleri üreten ya da satan kimseleri anmak zorunda değildir. Fırçanın, boyaların, tuvalin ve diğer geri kalan her şeyin bedeli ödenmiştir. Eğer ressam âdâb-ı muâşeret sahibi ise en fazla malzemeleri temin ettiği kırtasiyeciye ya da bu malzemeleri üreten emekçilere sözlü bir teşekkür eder, belki de içten bir minnet duyar. Gündelik hayatın kuralları böyledir. Akademik hayatın kuralları ise bir nebze farklıdır. Faydalandığımız ürünün (kitap, makale gibi materyallerin) bedelini ödemek yetmez, bu materyalleri kullanıyorsanız, onu üretenlere belli başlı kurallar dâhilinde teşekkür etmek zorundasınızdır. Bu kurallar alıntılama ya da diğer bir ifadeyle referanslama kurallarıdır. Eğer akademik hayatın bir parçası olmak istiyor, ancak yine de bu kurallara uymayı reddediyor ya da bu kuralları tanımıyor iseniz suç işlersiniz. Bu suçun adı da intihaldir. Bu web sayfası, söz konusu suçtan bihaber kimseleri bilgilendirmek adına hazırlanmıştır.

İntihal konusu ile ilgili her detayı buraya yazmak, sonu gelmeyen bir sürecin içine girmek olur. Bu nedenle, yaygın intihal örnekleri üzerinden, genel olarak vermiş olduğum bilgiler başlangıç seviyesinde olan araştırmacılar için yeterli olacaktır kanaatindeyim. Diğer taraftan, yazdıklarımı okuduktan sonra aklınıza takılan kimi sorular olabilir. Bu nedenle aşağıda bir de Sık Sorulan Sorular (SSS) kısmı hazırladım, belki de aradığınız yanıtlar burada olabilir. Bu kısmın tamamı, öğrenciler tarafından yıllar içinde hem bana doğrudan yöneltilen, hem de meslektaşlarımın maruz kalmış olduğu sorunların derlemesinden ibarettir. Bu soruların dışında kafanıza takılan herhangi bir husus olduğunda, lütfen mefeates@mu.edu.tr adresine e-posta atmaktan çekinmeyin. Soracağınız her yeni soru, belki de hem sizin hem de diğer araştırmacıların (ya da öğrencilerin) bu akademik suça bulaşmasını bir ihtimal engelleyecektir.


İyi çalışmalar.

E.

İntihal sözcüğünün etimolojik kökü nedir?

Bazı kaynaklar intihal sözcüğünün tespit edilen en eski Türkçe kaynağının Fransız dilbilimci François Meninski’nin Thesaurus’u (1680) olduğunu ile sürmektedir. Buna göre, intihal sözcüğü gayrü şāˁirin şiˁrin gendüye isnād [başka şairin şiirini kendine isnat etme] olarak ifade edilmektedir. Bu ifadede şiir sözcüğünün geçmesi tesadüf olmasa gerek çünkü tarihte ilk intihal vakası Romalı şair Fidentinus’a atfedilmiştir, hem de bizzat olayın mağduru olan bir diğer Romalı şair Marcus Valerius Martialis tarafından. Bir kaynakta Martialis’ın mağduriyetini şu dizelerle haykırdığı öne sürülmektedir: 

“Diyorlar ki, Fidentinus, şiirlerimi  / Halka okuyormuşsun kendininmiş gibi.

Benim diyeceksen, göndereyim bedava / Senin densin istersen, susarım parayla!” 

İntihal ne demek?

İntihal en kapsayıcı tanımıyla kendine ait olmayan bir fikri çeşitli yollarla sahiplenmektir ve bir nevi emek hırsızlığı, çalma ya da aşırma edimini imler. Ne var ki bu tanım oldukça kapsayıcı olsa da bütünüyle kapsayıcı değildir. Yüzde yüz kendine ait bir fikri yazıya döktüğün makalede de intihal yapabilirsin. Örneğin, herhangi bir derste sorumlu olduğun ödev için yazmış olduğun makaleyi, içerik olarak ona benzeyen bir diğer ders için kullanmak da intihaldir. 

Yazdığım taslak makaleyi ya da ödevi yayınlamıyorum, bu neden suç olsun?

Güvenilir bir kaynakta yer aldığı üzere ister el yazması, ister basılı veya elektronik biçimde olsun, yayınlanmış ve yayınlanmamış tüm materyaller intihal tanımı kapsamındadır.

Yararlandığım kaynak materyal bana ait değil ancak kaynağın kim olduğunu unuttum, ne yapmalıyım?

Makalenizde ya da ödevinizde yararlandığınıza emin olduğunuz ancak bir şekilde hatırlamadığınız kaynağınız varsa zihninizi biraz daha zorlayıp anımsamaya çalışın. Eğer halen olumlu bir sonuç elde edemediyseniz söz konusu fikirleri kullanmayın, bu fikirlere ilişkin her ifadeyi taslak metninizden kaldırın. Bir hocamız, tamamlamış olduğu bir makalede kaynağını anımsayamadığı bir alıntı sebebiyle uzun süre yazdığı metni yayınlatmayı bekletmişti. Bu tavır akademik dürüstlüğün gereğiydi. Sizlerin de bu türden bir tavrı, akademik yaşamınızın bütününe yaymanız ahlaki olacaktır.

Yazdığım metinde birkaç yeri aşırdım ama bulunamayacağından çok eminim, bu almaya değer bir risk midir?

Elbette hayır. İntihal konusunda zafiyet, intihal içeren çalışmaların çoğu zaman fark edil(e)memesidir. Ne var ki bu durum her an değişebilir. Burada esas soru şudur: Neden kendinizi akademik yaşamınız boyunca taşıyacağınız bir yükün altına sokasınız? Eğer metninizin aşırma olduğu, dersin sorumlusu tarafından tespit edilirse kötü bir imajla ifşa olacaksınız. Dahası, o andan itibaren size karşı geliştirilecek yaklaşım, hukuki tabirle, delilden sanığa yönünde değil, sanıktan delile doğru olacaktır. Başka bir ifadeyle, bir kere afişe olduğunuzda, artık her daim bu suçu işleme potansiyelinizin olduğu akıldan çıkmayacak, olağan şüpheli olarak damgalanacaksınız.

İntihali nasıl tespit edebiliyorsunuz?

İntihal vakalarını tespit edebilmenin en az 4 yolu bulunmaktadır. Bunlardan ilki, çevrimiçi intihal kontrol araçlarıdır. Örneğin turnitin® ve iThenticate® dünya ölçeğinde oldukça yaygın kullanılan iki farklı intihal tespit yazılımıdır. Ülkemizde ise intihal.net adlı web sitesinin sahip olduğu dijital veritabanını vasıtasıyla dokümanların özgünlükleri test edilmektedir. İntihali tespit etmenin bir diğer yolu, teslim edilen ödev metninin ya da makalenin niteliği ile ilgilidir. Ders aldığınız hocaların aklını küçümsemeyin. Hocalarınız sizleri yakından tanımıyor olsalar bile, ortalama kapasiteniz hakkında tahmin yürütebilir ve ne nitelikte yazılar yazabileceğinizi, deneyimlerinden hareketle, çok kolay kestirebilir. Teslim edilen doküman kusursuza yakın ise ortada bir şeylerin ters gittiğini görebilirler. İntihali tespit etmenin üçüncü yolu biçimsel hatalardır. İntihale başvuran kimi acemi yazarların metinlerinde farklı yazı fontlarına sahip cümlelere ya da unutulmuş bir dipnota ait üst indis rakamlara rastlanmaktadır. Bunlara benzer biçimsel tuhaflıklar, metnin okuyucusunda, hâliyle bir şüphe uyandırır.  İntihali tespit etmenin son yolu ise teslim edilen ödev metninin iç tutarsızlığıdır. Yazar metninin bir yerinde ‘kılgısal usun eleştirisi’, diğer bir yerinde de ‘pratik aklın kritiği’ gibi aynı anlama gelen ifadeler kullanıyorsa, çok muhtemel farklı iki yazardan metin pasajları aşırmıştır. Bir paragrafın bütünüyle kurallı cümlelerden, takip eden paragrafın da bütünüyle devrik cümlelerden oluşması da kimi zaman intihalci yazarı ele verir. Elbette sözünü ettiğim üçüncü ve dördüncü yol aracılığıyla okuyucuda yalnızca intihal şüpheleri tetiklenir, intihali tespit etmenin asıl yolu ilk iki yöntemi kullanmaktır.

Panik yaptım, zamanım kalmadı, notumu yükseltmem ve dersten geçmem lazım! Bunlar intihal için geçerli sebepler değil midir?

Elbette değildir. Bir deyişin ifade ettiği gibi ‘çürük bir meyveyi sıkmaya değmez’ çünkü o suyu elde ederken sarf ettiğin emeğin karşılığı yalnızca boğazından geçen acı bir sıvı olacaktır. İntihal hususunda elde edeceğin ödül (iyi bir harf notu ya da ortalama üstü bir dergide yayınlayacağın makale) alacağın cezadan ya da çizeceğin imajdan daha ağır basmayacak. Bu sebeple, intihal yapma fikrinden uzaklaşmak en iyisi olacaktır. Bilimsel araştırmalarda yapılan aşırmaların nasıl cezalandırılacağı (cf.link) hakkında daha detaylı bilgiler ise şu iki bağlantıda bulunuyor:

https://www.yok.gov.tr/Sayfalar/Kurumsal/mevzuat/bilimsel-arastirma-ve-etik-yonetmeligi.aspx

https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuat?MevzuatNo=16532&MevzuatTur=7&MevzuatTertip=5 

Her şeyi kuralına göre yaptım. Yazımda metin içi alıntılar tırnak içinde, açımlamalarım ve verdiğim blok alıntılar referanslı, artık intihal söz konusu olamaz değil mi?

Hayır, olabilir. Eğer bu ödevi senin için arkadaşın yaptıysa, ücreti karşılığı profesyonel makale yazım hizmeti (!) veren bir şirkete yazdırdıysan ya da daha önce başka dersin ödevi olarak teslim ettiğin metni yeniden kullanıyorsan halen intihal söz konusudur. Diğer taraftan, benzerlik oranı hususunda da ayrıca dikkatli olunmalıdır. Yazacağınız metinde her türlü referanslama kuralına eksiksiz uymanız sizi kesinkes intihalden kurtarmayacaktır. Elinize geçen bir makalenin baştan sona şöyle devam ettiğini düşünün:


19. yüzyılda yaşamış Alman filozof, ekonomist ve bilimsel sosyalizmin kurucusu Karl Marx satış ve satın-alma arasında kurulan ilişkiye dair geleneksel kabulü şöyle eleştirir:

Her satış bir satınalma, her satınalma bir satıştır diye, meta dolaşımının, satış ile satınalma arasındaki zorunlu bir dengeyi gösterdiğini söylemek kadar çocukça bir dogma olamaz. Eğer bu, fiili satış sayısının satınalma sayısına eşit olduğu anlamda söyleniyorsa, boş bir yinelemedir. Ama bu sözün asıl amacı, her satıcının pazara alıcısını da birlikte getirdiğini tanıtlamaktır. Ama durum hiç de böyle değildir (Marx 1867/1975, s. 74).

Ve ardından ekler:

Satış ve satınalma tek bir özdeş hareket oluştururlar; metâ sahibi ile para sahibi, mıknatısın iki kutbu gibi birbirine karşıt iki kişi arasında bir değişim hareketidir. Bir tek kişi tarafından yapıldığı zaman, kutupsal ve karşıt nitelikte farklı iki hareket oluştururlar. Bu nedenle, satış ile satınalmanın özdeşliği, gizemli dolaşım imbiğinden geçtiği zaman, eğer oradan tekrar para biçiminde çıkmıyorsa; bir başka deyişle, eğer sahibi tarafından satılamıyorsa ve bunun için de para sahibi tarafından satın alınmıyorsa, bu, o metaın yararsız olduğunu anlatır. Bu özdeşlik, ayrıca, gerçekleşmesi halinde, değişimin, metaın yaşamında, uzun ya da kısa bir arayı, bir duraklama dönemini oluşturduğunu gösterir (Marx 1867/1975, s. 75).

Tam bu noktada kritik bir soru belirir: Metanın başkalaşımı fenomeni dolaşım sürecini nasıl etkiler? Marx’ın yanıtı şu şekildedir:

Bir metanın ilk başkalaşımı, bir anda hem satış hem satınalma olduğu için, aynı zamanda bizzat bağımsız bir süreçtir de. Satın alanın elinde meta, satanın elinde para, yani her an dolaşıma girmeye hazır bir meta vardır. Ortada alıcı olmadan, kimse satamaz. Ama salt o satıyor diye de, karşısındakiler almak zorunda değildir. Dolaşım, doğrudan trampanın koyduğu, zaman, yer ve bireylere bağlı bütün sınırlamaları ortadan kaldırır, ve bunu trampadaki, birisinin kendi ürününü elden çıkarması ve bir başkasının bu ürünü elde etmesiyle ortaya çıkan dolaysız özdeşliği, satış ve alış antitezlerine parçalayarak yapar (Marx 1867/1975, s. 75).


Görüldüğü üzere, metin neredeyse bütünüyle Marx’a aittir (spesifik olarak 287 sözcüğün 242’si alıntıdır, kabaca hesaplarsak %80 benzerlik oranı mevcuttur). Yazar bu paragrafların arasına yalnızca bir iki bağlayıcı cümle yazarak sınır benzerlik oranını (genelde makalelerde %15, tezlerde %20) fazlasıyla aşmıştır. Bu da intihale bir örnek teşkil etmektedir. 

Kimler intihal suçu işleyip gerçekten ceza almıştır?

Kimi öğrenciler intihal suçu işlediği için uyarı cezası almış, hatta bazıları okuldan bir ya da iki dönem uzaklaştırılmıştır. İntihal vakaları ülkemizin birçok üniversitesinde komiteler tarafından incelenmekte ve deliller ışığında suç tayini yapılmaktadır. Dünyada makam ve mevki sahibi birçok kimsenin intihal suçu işlediği er ya da geç tespit edilmiştir. Örneğin geçen yıl Avusturya Çalışma Bakanı Christine Aschbacher’in tezinde intihal yaptığı iddia edilmiş ve iş bir istifa ile neticelenmiştir. 2011 yılında ise Alman Savunma Bakanı Karl-Theodor zu Guttenberg’in doktora tezinde yaptığı intihal açığa çıkmış ve bu olay literatüre Guttenberg intihal skandalı olarak yansımıştır. 

Alıntılamak istediğim yazardan hoşlanmıyorum, ne yapmalıyım?

Hislerin alıntı yapmanın önünde engel değildir. Eğer metninde yararlandığın kişinin isminin geçmesini kesinkes istemiyorsan ona ait olan fikirleri hiçbir şekilde kullanma, ancak kullanacaksan da eserin ve sahibinin ismini muhakkak referansla. 

İkincil bir kaynak alıntı yapacağım temel kaynağa atıf yapmış, ben temel kaynağa erişemedim fakat yine de ikincil kaynağı değil temel kaynağı alıntıladım, bu bir hata mı?

Evet, bu bir hata sayılabilir. Nitekim ikincil kaynağın yazarı, belirli bir araştırmanın neticesinde o esere ulaşmış. Bu sebeple ikincil kaynağın yazarını aktaran (akt.) kısaltmasıyla referanslaman daha doğru olacaktır. Öte yandan, ikincil kaynağın yazarı senin erişemediğin temel kaynaktaki ifadeleri ya da sonuçları çarpıtmış olabilir. Bu onun yaptığı hatayı senin de tekrarlaman anlamına gelmektedir. Bu nahoş duruma mahal vermemek adına, ikincil yazara körü körüne güvenmeyip, ilgili alıntıyı ondan aktardığını belirtmek seni güvence altına alacaktır. 

İntihal yapmanın nesi bu kadar yanlış?

İntihal yapmak, seninle birlikte dersi alan dürüst arkadaşlarına bir haksızlıktır. Aşırdığın fikirlerin sahibi olan araştırmacıların emeğine saygısızlıktır. Ancak en kötüsü intihal yapmak kendi entelektüel gelişimin için zararlıdır. Kendine ait fikirleri olgunlaştırmanı engeller ve seni iş yaşamı dâhil her anında yetersiz bırakır. 

Ödevi arkadaşımdan yapmasını rica etmiştim, intihal yaptığını bilmiyordum. Suçlu olan kim?

İkiniz de… Arkadaşın başkasının fikirlerini aşırdığı için, sen de ödevini kendin yapmış gibi gösterdiğin için intihal suçu işlemiş oluyorsun.

Ya intihal ile suçlanıyorsam ama intihal yapmadıysam?

Burada özenli olmak oldukça önem arz ediyor. Öğrenciler genelde grup olarak çalıştığında birbirlerinin fikirlerini sahiplenebilirler. Bununla birlikte, tamamen bireysel olarak hazırlamış olduğunuz taslak metni iyi korumanızda yarar bulunmaktadır. Elbette metninizi okutabildiğiniz kadar kişiye okutmanızda yarar bulunmaktadır. Ancak tavsiyem burada bir sıralama yapmanız olacaktır: önce metni bitirir bitirmez kendi e-posta adresinize yollayın, daha sonra da arkadaşlarınıza okutun. 

İntihal, sadece akademik makale ya da ders ödevleri gibi yazılı metinlerde mi olur?

Hayır. Sanat eserlerinde de intihalin örneklerine sıkça rastlanmaktadır. Örneğin sizden önce yapılmış bir resmin tematik öğeleri kopyalamak, müzikte başka bir parçaya ait sample’ı izinsiz kullanmak,  daha önce çekilmiş bir fotoğrafın kompozisyonundan aşırı esinlenmek intihal sayılmaktadır. 

İntihal yapmamak için uğraşırken ödevi yapamıyorum, bana ait olmayan her bilgiye referans vermeye uğraşıyorum, ne yapmalıyım?

Her bilgi referans vermeyi gerektirmez. Okuduğunuz makale ve kitap sayısı artıkça ne tür bilgilerin alıntıya gereksinim duyduğunu, ne tür bilgilerin ise yaygın olduğu için alıntısız aktarabileceğinin ayırtına varacaksınız. Örneğin, Salvador Dali’nin sanat hayatına ilişkin bir biyografi yazmayı planlıyorsunuz. Şöyle bir cümle kurduğunuzu varsayalım:

Salvador Dali’nin ilk kişisel sergisi 14 Kasım 1925'te Barselona'da Galeries Dalmau adındaki sanat galerisinde gerçekleşti. Dali henüz 21 yaşındaydı.

Dali hakkındaki bu bilgi yaygın bilgi statüsündedir. Dolayısıyla bu cümleyi aynen böyle yazabilirsiniz, referans vermenize lüzum yoktur. Eğer metninizde ilgileneceğiniz konu Dali’nin ilk sergisini ve yaşını tartışmaya açmak ise durum elbette değişecektir. Örneğin aşağıdaki metin parçası bu konuyla ilgili bir makalenin giriş cümleleri olabilir:

Salvador Dali’nin ilk kişisel sergisinin 14 Kasım 1925'te Barselona'da Galeries Dalmau adındaki sanat galerisinde gerçekleştiği ve ressamın o yıl 21 yaşında olduğu genel bir kabul olarak görülmektedir (bkz. Descharnes 1962; Lake 1969; Romero 1975).  Ben bu makalede, Dali’nin ilk kişisel sergisinin Barselona'daki sergisinden bir yıl önce Zaragoza’da gerçekleştiğini göstereceğim. Bunu yaparken dönemin Zaragoza belediye reisi Jorge Santisteve’nin 1940 yılında basılan Si Escribo mi Vida, Será una Novela adlı otobiyografisinden yararlanacağım. Makalenin bir diğer amacı ise Dali’nin Barselona'daki sergisinde 21 yaşında olmadığını göstermek olacak. Bunun için de 1895-1907 yılları arasında Dali’nin doğum yeri olan Figueres şehri nüfus kayıt defterlerine başvuracağım. Bu defterler Dali’nin doğduktan 2 sene sonra nüfusa kaydettirildiğini açığa çıkaracak. Böylelikle Dali’nin ilk sergisini tam 18 yaşında açtığı ortaya çıkacak. Makalenin sonuç bölümünde ise Dali hakkında yaygın ama apaçık hatalı bu bilgilerin neden ısrarla kabul gördüğünü gerekçeleri ile birlikte açıklayacağım. 

İntihalden nasıl kaçınabilirim?

İntihalden kaçınmak için yapılabilecekler başlığı altında sıralayabileceğimiz önerileri ne kadar uzatırsak uzatalım, liste hep noksan kalacaktır. Bununla beraber, böylesi bir listenin içinde olmazsa olmaz iki şey bulunmaktadır. İlki, mümkün olduğu kadar bilimsel makale ve kitap okumanızdır. Okuduğunuz bilimsel eser sayısı artıkça akademik teamüllere aşinalığınız da paralel olarak artacaktır. Bir diğer önerim ise zaman planlaması yapmanızdır. Araştırma yapması gereken öğrenci işini genelde son dakikaya bırakmakta ve haliyle potansiyelini ortaya çıkaramamaktadır. Unutulmamalıdır ki, akademik bir araştırmaya başlamak için hiçbir zaman erken değildir.

Son Güncelleme: 18/09/22💎